12 Şubat 2018 Pazartesi

İNSANCIL HUKUK (HUMANITARIAN LAW)


   Hukuk ,adalete yönelmiş toplumsal yaşam düzeni anlamına gelmektedir. Hukukun insanla olan bağını bu tanım üzerinde inceleyebiliriz. İnsan sosyal bir varlıktır ve insanlar sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için toplum halinde örgütlenmişlerdir. İşte bu örgütlenmeden sonra hukukun insanla ilişkisinin başladığını söyleyebiliriz. Hukuk ,toplumlar arasında veya toplum ile bireyler veya birey ile bireyler arasındaki düzeni sağlar. Hukuk bu düzeni de koyduğu kurallar sayesinde sağlamaktadır. Bu kuralların koyucusu da asli ve tali kurucu iktidarlardır. Ülkemizde de 60 ve 80 darbelerinde asli kurucu iktidar ile anayasanın tekrar yazıldığını görmekteyiz. Aslına bakacak olursak hukukun insanlar tarafından sağlandığı  ve insanlar tarafından ortaya koyulduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Peki her insanın koyduğu kurallar hukuku yaratır mı? Bu konuda da Kemal Gözler' in haydut çetesi örneği bu sorunu tamamıyla çözmektedir. Haydut çetesinin kendi bölgesinde insanlardan haraç toplaması gibi belli kurallar koyması hukuku yaratmaz. Çünkü haydut çetesinin yaratmış olduğu kurallar geçicidir ve sadece belli bölgeleri kapsar. Devletin koyduğu kurallar ise geçici değil aksine kalıcıdır ve ülkedeki tüm insanları kapsamaktadır. Ayrıca devletin yaptırımı haydut çetesinin yaptırımından daha güçlüdür , daha üstündür. Eğer devletin yaptırımı üstün olmasaydı bu sefer haydut çetesi üstün gelir ve asli kurucu iktidar olarak kendi koymuş olduğu kurallar hukuk yaratır , ülkenin yönetimi haydut çetesinin eline geçerdi.



Peki bu yaratılan hukuk nasıl olmalıdır?
   Adalet, bir devletin ayakta kalabilmesini sağlayan en temel ihtiyaçtır. Hukuk öncelikle adaletli olmak zorundadır .İnsanlar arasında dil, din, ırk ,mezhep ayrımı yapmamalı ve herkesi kapsamalıdır.Adaletini kaybeden bir hukuk yıkılmaya mahkumdur. Ülkede hukukun yıkılması da insanlar arasında sorunlara yol açmakta ve ülkeyi iç savaşa kadar sürükleyebilmektedir.



    Hukuk ,insanlar üzerinde etkililiğini yitirmemelidir.Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir ülkede hukukun etkililiğinin yitirmesi halinde haydut çetesi gibi yeni bir asli kurucu iktidarın kurulacağı kesindir. Hukukun bir diğer özelliği de bağlayıcı olmasıdır. İnsanları ,koymuş olduğu kurallara itaat etmesini sağlamalıdır. Hukuk bu bağlayıcılığı sadece kanunlarla sağlamaz. Anayasa, yasalar, tüzükler, yönetmelikle vb. ile örf ve adet hukuku da bağlayıcılığı sağlamaktadır.
                                                         
                                                            MUSTAFA FIRAT
   





10 Şubat 2018 Cumartesi

2.ABDÜLHAMİT VE HUKUK

Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Hukuku:
 Birinci Meşrutiyet Osmanlı Devleti’nde 1876’da ilân edilen anayasal düzene geçiştir.
 Osmanlı Devleti 19. yüzyıla gelindiğinde azınlık isyanları nedeniyle zor durumdaydı. İmparatorluk sınırlarında yer yer ayaklanmalar yaşanıyordu. Ayrıca Avrupalı devletlerde azınlık sorunlarını bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışıyordu.
Bu durumun önüne geçmek isteyen Osmanlı, Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı’nı ilân (1856) etti.
 1860’lı yıllarda Osmanlı ülkesinde bir aydın hareketi olarak Yeni Osmanlılar ortaya çıktı. Bu kişiler Avrupa’daki anayasal
monarşilerden etkilendiklerinden Osmanlı Devleti’nin de bu sistem ile yönetilmesini istemişlerdir.
 Bu hareketin başını çeken kişi ise döneminin sadrazamlarından Mithat Paşa’dır. Fakat Mithat Paşa ve arkadaşları meşrutiyetin ilânını Sultan Abdülaziz’e kabul ettiremediklerinden onu tahttan indirerek yerine V. Murat’ı padişah yapmışlardır.
 V. Murat, bu reformları V. Murat yapabilecek şartlarda biri olmasına rağmen sağlığı buna elverişli değildi. Padişahın ruh
sağlığı bozulduğundan tahttan indirildi ve yerine meşrutiyeti ilân edeceğine dair söz veren II. Abdülhamit getirildi.
BİLGİ NOTU: 
V. Murat, Osmanlı tarihinde en kısa süre tahtta kalan padişahtır. (93 gün)
TANIYALIM
II. ABDÜLHAMİT
21 Eylül 1842’de doğmuştur Babası Abdülmecit, annesi ise Tirimüjgan Sultan’dır. 31 Ağustos 1876’da padişah ilân edildi.
Tahta geçmeden önce söz verdiği gibi meşrutiyeti ilan ettiği gibi Türk tarihinin ilk anayasası olarak kabul edilen Kanunuesasiyi yürürlüğe koydu. Döneminin ilk önemli olayı Rusya ile yapılan 93 Harbi’dir. Bu savaşı gerekçe göstererek çalışamaz durumda bulunan meclisi kapatmıştır. Bu savaşı sona erdiren 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti Sırbistan, Romanya ve Karadağ başta olmak üzere birçok toprak kaybetmiştir. II. Abdülhamit, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa devletleri ile toprakların elde tutulması konusunda çok ciddi mücadele etmiştir. II. Abdülhamit 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı kurdu. İttihat ve Terakki Partisi’nin baskıları sonucu 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilân etti.
Bunun üzerine İstanbul’da karışıklıklar çıktı ve 13 Nisan 1909’da 31 Mart Olayı meydana geldi. Bu isyanı Selanik’ten gelen Hareket Ordusu bastırmıştır. İsyanın bastırılmasından sonra olaylara karıştığı gerekçesiyle II. Abdülhamit tahttan indirilmiş. (27 Nisan 1909) ve Selânik’teki Alâtini Köşkü’ne gönderilmiştir.
Dindar bir padişahtı. Çok çalışkandı ve günde 15 – 16 saat çalışırdı. Hicaz Demir yolu onun döneminde yapılmıştır. Hobi olarak marangozculukla uğraşan padişah binicilik, yüzme, atıcılık ve güreş gibi sporlarla uğraşıyordu. Tiyatro ve operaya da ilgi duyardı.
 II. Abdülhamit önce söz verdiği gibi 23 Aralık 1876’de Meşrutiyet’i ilân ederek parlamenter sisteme geçişi sağlamıştır.
BİLGİ NOTU:
I. Meşrutiyet’in ilânı ile Osmanlı Devleti’nde halk ilk defa padişahın yanında yönetime ortak olmuştur.
 Fakat ilk Osmanlı Meclisi’nde bulunan azınlık kökenli mebuslar adeta Mecli’si çalışamaz hâle getirmişlerdi. Bunu gören II.
Abdülhamit 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek Mecli’si kapatmıştır.
Anayasanın İlânı
 II. Abdülhamit Meşrutiyet’i ilân ettiği gün aynı zamanda Osmanlı Devleti ve Türk tarihinin ilk anayasası kabul edilen Kanunuesasi’yi yürürlüğe koymuştur. (23 Aralık 1876)
 Kanunuesasi’ye göre:
 Tüm Osmanlı vatandaşlarının temel hak ve özgürlükleri anayasa ile güvence altına alınmıştır.
 Kanun önünde eşitlik sağlanmıştır.
 Basın – yayın özgürlüğü sağlanmıştır.
 Kamu hizmetlerinden eşit şekilde yararlanma kabul edilmiştir.
 Meşrutiyet Dönemi Osmanlı hukuk sisteminin en önemli gelişmesi şüphesiz Mecelleiahkâmıadliye adlı kanun kitabının
hazırlanmasıdır. (1868 – 1878)
MECELLEİAHKÂMIADLİYE
1868 – 1878 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan Osmanlı Devleti’nin
İslâmi hukukuna uygun olarak hazırladığı Medeni Hukuk kitabıdır. Bu kanunlar 1851 madde içermektedir.
Osmanlı modernleşmesinin en önemli kanunlarındandır.
Mecelle’nin manası Arapça “çok büyük kitap” iken Fransızca’da “hukuk ilkeleri derlemesi” olarak bilinir.
17 Şubat 1926’da Türkiye Cumhuriyeti’nin Medeni Kanunu kabul etmesiyle yürürlükten kalkmıştır.
Mecelle’nin Genel Hükümleri:
 Borçlu olmamak asıldır. Borcu ileri süren ispata mecburdur.
 Zararın defi, faydanın celbinden evlâdır.
 Zaman değişince hükümlerde değişir.
 Kuşku, kesin bilgiyi gidermez.
 İçtihat içtihatla bozulmaz.
 Özel zarar, genel zarara tercih edilir.
 Alması hukuka aykırı olanın vermesi de hukuka aykırıdır.
 Ticari örf ve adetler ticari sözleşmelerin şartı gibidir.
 Söze bir anlam vermek, yok saymaktan iyidir.
 Kanıt herkesi, ikrar ise sadece ikrar edeni bağlar.
TANIYALIM
AHMET CEVDET PAŞA (1822 – 1895)
İlk tahsilini Lofça’da yapmıştır. 1839’da İstanbul’da medrese tahsiline başladı. Matematik, astronomi, tarih ve coğrafya ile uğraştı. 1844’te 22 yaşında iken Rumeli’de kadı oldu. Daha sonra müderris ve Darü’I Muallim (Öğretmen Okulu) müdürlüğüne getirildi.
Osmanlı Akademisi olarak bilinen Encümen-i Daniş’e asil üye seçildi. (1851) “Tarihicevdet” adlı eserini Sultan Abdülmecit’e sundu ve padişah emriyle devletin resmi tarihçisi oldu.
Osmanlı Devleti’ne en büyük hizmeti Mecelle adı verilen kitabı hazırlamasıdır.
1879’da Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) oldu. 26 Mart 1895’te vefat etti. Mezarı ise Fatih Camii bahçesindedir.
Önemli eserleri
 Tarihi Cevdet (12 cilt) Kısasıenbiya ve Tevarihihulefa, Tezakiricevdet
 Ma’ruzat
 Mecelle
 Kavaid-i Osmaniye
 İttihat ve Terakki Partisi’nin baskıları sonucu II. Abdülhamit 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilân etmiştir. 1909 yılında Kanunuesasi’de yapılan değişiklik ile padişahın mutlak otoritesi sınırlandırılmış ve özgürlükler genişletilmiştir.
BİLGİ NOTU:
1909’da Kanunuesasi’de yapılan değişikliğe göre mebuslar padişahtan izin almadan meclise yasa teklifi ile gelebiliyorlardı. Bu şunu gösteriyor ki, padişah yasama gücünü büyük ölçüde kaybetmişti.
BİLGİ NOTU:
Kanunuesasi’de yapılan en önemli değişiklik şuydu. Padişah 1876’da olduğu gibi mutlak veto yetkisine sahip değildi.
KANUNUESASİ İLE OSMANLI HALKINA TANINAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
 İbadet, kişi ve vatandaşlık hakkı kanun güvencesinde bulunacaktı.
 Müsadere, işkence ve angarya kalkacaktır.
 Konut dokunulmazlığı sağlandı.
 Herkes devlet memuru olabilecekti.
 Öğretimde eşitlik sağlanacaktı.
 Kazanca göre vergi alınması kabul edildi.
 Yasal olmayan tutuklamalar kaldırıldı.
 Kişilere ait evrak ve mektuplar mahkeme kararı olmadan açılamayacaktır.
 Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü sağlanmıştır.
 Basın ön denetime tabi tutulamayacaktır.
 Padişaha tanınan sürgün yetkisi kaldırılmıştır.
 Dernek kurma hakkı tanındı.
“MEKTEBİHUKUKİ SULTANİ”
Mektebihukukisultani adliye teşkilâtının eleman sıkıntısını çözmek amacıyla 1875’te Galatasaray Sultanisi’nin bir şubesi olarak açılmıştır. Bu okulda Fransa’dan getirilen öğretmenler görev almıştır. Ayrıca bu okula öğrenci olmayan dinleyiciler de katılabiliyordu. Bu okul 1880’de kapanınca yerine Mektebihukuk diye yeni bir okul açılmıştır. 22 Şubat 1907’de çıkan bir yangında bu okul ve yanındaki diğer birimlerinin büyük bir kısmı yanmıştır.
Mektebihukuk günümüzdeki İstanbul Üniversitesi’ne bağlı hukuk Fakültesi’nin temelini oluşturuyordu. Bu okullarda Batıyı ve Batı hukukunu çok iyi bilen savcı, hakim ve avukatlar yetiştiriliyordu.
        (Tarih.tumders.com)


8 Şubat 2018 Perşembe

MARTIN LUTHER KING

Irk ayrımcılığının yasal olduğu dönemlerde yaşamış Martin Luther King! Ve gençlik yıllarından itibaren siyah-beyaz ayrımcılığının ortadan kaldırılması için mücadele etmeye başlamış. Siyahi gruplara, boykotlara, gösterilere katılmış. İnsanların derilerinin renkleri ile yargılanmayacağı bir dünyaya inanmış. Hatta bu amacı için hayatını ortaya koymuş. “I have a dream”konuşmasıyla binlerce insanın sesi olmuş. Mahatma Gandhi’yi kendine örnek almış ve son anına kadar davasından vazgeçmemiştir.




JUDICIAL INDEPENDENCE

ABSTRACT
Accountability and transparency are the very essence of democracy. An independent and honorable judiciary is indispensable to democratic the Rule of Law. 
Judicial accountability furthers judicial integrity. Independence, integrity, and 
competence, then, are the hallmarks of a judiciary committed to upholding the 
Rule of Law. An independent judiciary requires both that individual judges are 
independent in the exercise of their powers, and that the judiciary as a whole is 
independent, its sphere of authority protected from wrongful interference by the 
other two branches of government. Expectation of independence and impartiality is much higher from the judiciary than any other powers. Deciding the cases 
before them in expeditious and fair manner and giving reasoned decisions is 
another aspect of such accountability. Judiciary should not feel that adhering to 
the standards of accountability is inimical to its independence. The strength of 
any judicial institution must depend on the standards of accountability. 


KAPİTALİZM NEDİR ?

Kapitalizm, belirli bir sınıfın üretim araçlarının büyük bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, gelir dağılımı, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının arz ve talebin buluştuğu piyasa ekonomisi tarafından belirlendiği sosyal ve ekonomik sistemdir.
Feodal sistemin bitişinden sonra, günümüze değin kapitalizm, Batı dünyasındaki egemen sistemdir. MarxKomünist Parti Manifestosu'nda ilk kapitalist ulusun İtalya olduğu belirtmiştir. Bununla birlikte bütün dünyaya İngiltere başta olmak üzere Avrupa'dan yayılmıştır. 

Hakkında

Kapitalizm, dünyayı fethetme çabası içinde, tarihi süreci izleyerek geldiği noktadaki adıyla, “ekonomi-politik bir ideoloji”dir. Serbest piyasa, rekabet, üretkenlik, verimlilik, serbest değişim (mübadele) vb. ana prensiplerini oluşturur. Kendini “Bireye, bireysel etkinliklerde özgürlük ve ayrıcalık tanıyan” bir iktisadi kuram olarak anlatmaktadır. Sınırsız özel mülk biriktirmeyi hak sayarken, emek-değer ölçülerini güç ve fırsatçıların belirlediği düzendir. Fakat, "Fırsat eşitliği"nin ne geçmişini, ne de geleceğini dikkate almamaktadır. Kaynağı bilinmeyen servet miras konumuna geçtiği an, "nerden buldun?" gibi bir sorgulama dokunulmazlığını kazanması kapitalizmin güvenliğini sağlayan anlayışlardan biridir. 
Temel olarak liberalizmin (kapitalizm için en uygun olan ideolojidir) tezi, “ekonomi alanında kendiliğinden oluşan bir doğal düzenin varlığı” iddiasını taşımaktadır. Bu düzenin güvenliği için devletin küçülerek, sınır muhafızlığı” düzeyine indirgenmesi istenmektedir. Denetim mekanizmalarının ve homojenliğin sıfır olduğu bir başlangıçta bu teklifi sunarken, “ilkesinde bulundurduğu “homojenlik” aslında, kendine benzer ve aynı fırsatları kullanma gücü olabilecek birkaç rakibin varlığını, oyunun kuralı saymaktadır.
Kapitalizm, kendi gibi güç edinmişlerle dünya “ekonomik değer” bölgelerini politik araçlarıyla anlaşarak ya parsellemekte, ya da ”rekabet” adı altında kıran-kırana (yok etmecesine) savaşmaktadır.  Kapitalizmde servet biriktirme tutkusu, üretimin kışkırtıcı gücü olarak kabul edilir. Fakat kapitalizmin "vahşi" olarak tanımlanması, doyduktan sonra da onu stoklama ve onunla toplum üzerinde egemenlik sağlama aracı olarak kullanmasındandır. 
Kapitalistlerin (liberallerin) bireysel özgürlükten anladıkları, “iktisadi özgürlüktür”. İktisadi özgürlüğe erişildiğinde, bireysel özgürlük ile toplumsal özgürlük çelişmeye başlar. Birinin kazanması, diğerlerinin kaybetmesine bağlıdır. Sonuçta servetin gücü, politikayı da “toplumsal yapıyı da servet sahiplerinin sürekli çıkarına kullanacak şekilde" biçimlendirir. Paradigmayı bir avuç azınlık belirleyince, toplum da kendi çıkarının farkında olamayacağından, önlenebilecek felaketleri “kader” gibi algılayabilir.


7 Şubat 2018 Çarşamba

ATATÜRK VE HUKUK

Hukuk; kelime anlamı olarak haklar anlamına gelmektedir. Kavram olarak ise kişilerin birbirleriyle ve devlet kurumları arasındaki ilişkileri düzenleyen yazılı kurallara hukuk kuralları denir. Osmanlı Devleti döneminde ve Cumhuriyetin kuruluşundan 1926’ya kadarki süreçte çoklu hukuk sistemi geçerli olmuştu. Bu dönemde İslam hukuk sistemiyle hüküm veren mahkemelerin yanında azınlık mahkemeleri ve kapitülasyonlardan doğan Avrupa Devletlerinin elçiliklerine bağlı olarak söz konusu devletlerin hukuk sistemlerine göre hüküm veren mahkemeler bulunmaktaydı. Çok hukuklu sistem ülkede hukuk alanında karmaşaya neden olmaktaydı ve Cumhuriyet rejiminin millî hâkimiyet ve eşitlik esaslarıyla tezat oluşturmaktaydı. Bu nedenle Atatürk döneminde Türk milletinin temel ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hukuk alanında inkılâplar gerçekleştirildi. Bu nedenle başta Medeni Hukuk, Ceza Hukuku ve Borçlar Hukuku, olmak üzere tüm hukuk kuralları farklı Avrupa Devletlerinin hukuk kuralları esas alınarak Türk Hukuk Sistemi oluşturuldu.

Hukuki (hukuksal) alanda yapılan inkılaplar özetle maddeler halinde şunlardır:

1924 - Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı.
1924 - Şeriye Mahkemeleri kardırıldı.
1924 - Anayasası yürürlüğe girdi (1876 Anayasasına son verildi)
1925 - Ankara Hukuk Mektebi açıldı.
1926 - Medeni Kanun kabul edildi (İsviçre’den uyarlandı).
1926 - Ceza Kanunu kabul edildi (İtalya’dan uyarlandı).
1926 - Borçlar Kanunu kabul edildi (Almanya’dan uyarlandı).
1928 - Devletin dini İslam’dır, hükmü anayasadan çıkartıldı.
1929 - İdare Hukuku kabul edildi (Fransa’dan uyarlandı).
1930 - 1934 Kadınlara siyasal haklar tanındı.
1937 - Atatürk ilkeleri anayasaya konuldu

Not : 1935 yılında yapılan seçimlerde meclise 18 kadın milletvekili girmiştir.



OSMANLI MEDENİ KANUNU

Mecelle; Tanzimat’tan sonra İslâm dininin esaslarına uygun olarak 1869-1876 arasında yapılan çalışmalarla hazırlanan Osmanlı medeni kanunudur. Ali Paşa, Batı’dan alınacak bir medeni kanunu savunuyordu. Cevdet Paşa ise, İslâmi esasları birleştiren ve Türkçeleştiren bir kanundan yanaydı. Cevdet Paşa’nın görüşü benimsenerek Hanefi mezhebinin en uygun hükümlerinin bir araya getirilmesi kararlaştırıldı. 1869′ da Cevdet Paşa başkanlığında toplanan kurulun (Mecelle Cemiyeti) yedi yıl süren çalışmalarının sonunda “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye” oluştu. Mecelle 1877’de padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
Dinsel kurallara göre hazırlanmış olan Mecelle, gerçek anlamda bir yasa olarak kabul edilemez. Yasa koyucu konumunda bulunan padişahın iradesini yansıttığı için, Mecelle, uyulması zorunlu ve yasa niteliğinde bir hukuki dayanak olarak kabul edilir. Mecelle bir giriş ve 16 kitaptan oluşur. Bu kitaplardan başlıcaları; şirketler, satışlar, kefalet, gasp, kiralama, rehin ve yargılamadır. Mecelle’nin tümü 1851 maddedir. Bu maddelerin pek çoğunda düzenlenen konu örneklerle açıklanmıştır. Genelden özele doğru giden bir sistematiği izler. Mecelle’nin son dört kitabı medeni kanunla ilintili değildir. Bunlarda hukuk yargılaması usullerine yer verilir. Buna karşın Mecelle’de medeni hukukun en önemli bölümünü oluşturan kişi, aile ve miras hukukunu düzenlenmeyerek bu konuyla ilgili düzenleme İslâm hukukuna bırakılmıştır. Mecelle tüm din ve mezheplerde uygulanmaya çalışıldı. Mecelle’nin kapsamına girmeyen konularda Müslümanlar için Şer’iye Mahkemeleri, öteki dinler için de dinsel ve ruhani merciler yetkili kılındı. Mecelle, Osmanlı hukuk düzeninde önemli bir dönüm noktasıdır. 17 Şubat 1926’da Medeni Kanun’un kabulünden sonra, uygulanabilmesi için çıkartılan 4 Ekim 1926 tarih ve 864 sayılı kanunun 43. maddesiyle yürürlükten kalktı.

HUKUK NEDIR?

Toplumun genel yararını sağlamak için konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Bireylerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenler. Kısaca “Kamu erki ile sağlanan düzen”dir diyebiliriz. Hukuk kuralları bulunduğu toplumun değer yargılarını taşır. Buna göre insan davranışlarını denetler. Herkes için doğru olanı amaçlar ancak hiçbir zaman genel- geçer olmamıştır. Her zaman tartışılmış, zaman içinde çok farklı şekillerde algılanmıştır
Kesin gerçeklere değil, mevcut anlayışa dayandığı söylenebilir. Göreli olduğunu: çeşitli hukuksal düzenlerden, yargılama yapısından, milyonlarca mahkeme dosyasından anlayabiliriz. Zaten, genel geçer bir hukuki taban olsaydı, mahkemeler olmazdı. Avukatlar ise faydalı işlerle uğraşmak zorunda kalırdı. Hukuk: ahlak, din ve gelenek gibi toplumu düzenleyici kurallardandır. Yalnız devlet tarafından güvenceye alınması ve cebri yaptırımlara sahip olması ile bunlardan ayrılır. 

HUKUKUN TARİHİ

Hukukun Tarihi, medeniyetle başlar, birlikte gelişir ve birlikte sona ererler. Hukuki kavram ve kurumların nasıl geliştiğini, hangi sosyal, ekonomik ve siyasi ihtiyaçlarla değiştiğini bilmek bir hukukçu için zorunludur. Hukukçu sadece kendi pozitif hukukunu değil, pozitif hukukunun tarihini veya diğer medeniyetlerin hukuk tarihini de bilmelidir. Bu bilgi hukukçunun kendi hukukunun, hangi hukuk sistemi içinde yer aldığını, neden yer aldığını, diğer hukuk sistemlerine oranla seçilme sebep ve koşullarını, üstün taraflarını değerlendirebilme meziyetini de geliştirecektir. Bu nedenlerden dolayı Hukuk Tarihi, tarih-hukuk tarihi ve umumi hukuk tarihi-milli hukuk tarihi ayrımları üzerinde önemle duran bir hukuk dalıdır.



İNSAN HAKLARI (HUMAN RIGHTS)

İNSAN HAKLARI ÜZERİNE.. İnsan ,tam ve sağ doğma koşulu ile hak ehliyetine sahip olur .Hak ehliyeti, kişilerin belli başlı haklara sahip olm...